KÜRT AÇILIMINDA BUNDAN SONRA
Yaklaşmakta olan seçimlerin baskısı ve ilk aşamadaki başarısızlığın verdiği moral bozukluğu Kürt açılımında bir duraksamaya yol açmış olsa bile bundan sürecin sona erdiği, masaya konanların geri alınacağı, açılımdan önceki noktaya geri döneceğimiz sonucunu çıkaramayız. Meşhur deyimi tekrarlayacak olursak, Kürt açılımında Rubikon geçilmiştir. Bundan sonra ne AKP hükümeti ne de onu takip edecek hükümetler bu açılım hiç yaşanmamış gibi davranabileceklerdir. Kürtler ve Türkler arasında bundan böyle başlayacak diğer mutabakat denemeleri açılımda durduğumuz noktadan başlayacak ve kuvvetle muhtemeldir ki kişi ve yer adlarının Kürtçe konulabilmesi, anadilde eğitim, Kürtçenin kamu alanında ve devlet kurumlarında kullanılabilmesi gibi kültürel haklar görüşmeye açılacaktır.
Kürt açılımı bir defa başladıktan sonra ortaya çıkabilecek en kötü gelişme açılımın başarısız olması, bir uzlaşma sağlanamaması, yahut Türk hükümetlerinin önerdiği paketlerin Kürt tarafınca redde uğradığı izleniminin yaygınlaşmasıdır. Olası bir başarısızlık, tıpkı Habur krizinin ardından herkesin büyük bir korku ile farkına vardığı gibi, Türkler ve Kürtler arasında 1990’lı yıllarda bile yaşanmamış çözülmeyi tetikleme potansiyeli taşıyor. Kürt ve Türk milliyetçilerinin bir ortak noktada buluşulamaması durumunda verecekleri tepkiler nitelik olarak farklı biçimler alacaktır. Kürt milliyetçiliğinin önkabulü zaten Türkler’den ayrışmış bir Kürt milletinin varlığı olduğu için, taleplerinin yerine getirilmemesi daha sert tepkilere, sokak gösterilerine ve terörün dağlardan, güney doğudan şehirlere ve batıya inmesine yol açabilir.
Ancak en beklenmedik tepki Türk milliyetçilerinden gelecektir. Irkçı bir damarı bir tarafa bırakacak olursak, bugüne kadar Türk milliyetçileri ya Kürtlerin aslında bir Türk boyu olduğunu ya da Kürtlerle Türklerin 1000 yıldır birarada yaşayan “kardeşler” olduğunu savunmuşlardır. Her halükarda, Kürtler ve Türklerin birbirinden ayrılamayacağını sürekli vurgulayan milliyetçi kanaat önderleri ve siyasi partiler milletin bölünmesini toprakların bölünmesi kadar hayati bir tehlike olarak gördüklerini hep ifade etmişlerdir. Bugünse, cumhuriyet tarihinde ilk defa olmak üzere, Kürtleri Türk milletinin tanımından dışlayan bir Türk milliyetçiliğinin gittikçe daha çok taraftar topladığına kimi Anadolu il ve ilçe merkezlerinde iki halk arasında çıkan çatışmaların boyut ve şiddetine bakarak şahit oluyoruz.
Ne yazık ki günümüzde Türk milliyetçi düşüncesinde yaşanan dönüşüm pek çok açıdan 1908-1918 arasında yaşanan dönüşümle büyük benzerlikler göstermektedir. 1908 yılında meşrutiyetin ilanının ardından Osmanlı topraklarında bütün etnik ve dini grupları Osmanlı vatandaşlığı çatısı altında toplayacak bir sivil milliyetçilik doğması muhtemelken, bu ihtimal özellikle Müslüman-Türk aydınları umutlandırmışken, 1908 sonrasında yaşanan gelişmeler önce hayal kırıklığı sonra da halklar arası nefret hisleri uyandırmış, Osmanlılık çok daha kapsayıcı bir sivil milliyetçilik olarak doğabilecekken, 1918 sonrasında Türk milliyetçiliği her neviden azınlıktan ürken, onları bastırmaya ve mümkünse Türklük potasında eritmeye çalışan bir ideolojiye dönüşmüştür. Bu olumsuz dönüşümün temelinde Türk milliyetçilerinin reddedildiklerine, ihanete uğradıklarına, eşit bir partner olarak görmek istedikleri halkların Türklere “nankörlük” ettiklerine duyduğu inanç vardı. Günümüzde de, Kürt açılımı çerçevesinde Türk kimliğinin tekrar ve çok daha kapsayıcı olarak tanımlandığı bir süreç başlamışken, bu sürecin başarısızlığı tıpkı 1908-1918 arasında olduğu gibi Türk milliyetçiliğinin bir defa daha içe kapanmasına, dışlayıcı bir nitelik kazanmasına sebep olabilir.
Kürt açılımında başarısızlığın bedeli ne yazık ki sanılandan daha büyük olacaktır. 1999 yılında PKK lideri Abdullah Öcalan’ın ele geçmesinden bu yana bu açılımı planlamak için yeterince zaman varken, sürecin nasıl böylesine hazırlıksız başlatıldığı ve siyasette kutuplaşmanın önüne geçilemediği anlaşılır gibi değildir.
The opinions expressed in this blog are personal and do not necessarily reflect the views of Global Brief or the Glendon School of Public and International Affairs.
Bu blogda dile getirilen görüşler kişiseldir ve Global Brief yahut Glendon School of Public and International Affairs’in görüşlerini yansıtmamaktadır.